Çocukluğum İstanbul, Akatlarda geçti, O zamanlarda çevrede binalar yeni yeni yükseliyordu. Apartmanımızın karşısında büyük ağaçları olan, ineklerin otladığı, bir kısmı bazen ekilip biçilen çok büyük bir alan vardı. Bazen bu alanda Kuşçu amca dediğimiz ve ismini hiç bilmediğim bir amca gelir ve çalı çırpıların arasına ağ ile bir tuzak kurardı ve henüz İstanbul’u terk etmemiş olan saka kuşlarını avlardı.
Biz de merakla gidip, ona yardım ederdik. Kuşçu amca bunları alır, Eminönü’ne götürür ve azatlık olarak satardı. Çok güzel kuşlardı. Yalvarırdık bir tane de bize ver diye. O da hep kızardı. “Çocuklar bunlar özgür kuşlar kafese koyarsanız ölür, veremem” derdi.
Bir gün ısrarlarımıza kıyamadı ve salıvereceğimize söz aldıktan sonra bir tane saka kuşu verdi. Hemen küçük bir kafeste eve getirdim. O kadar güzel bir kuştu ki. Kırmızılı, kahverengili, sarılı, kıyamadım, salamadım, bir gün daha kalsın, bir gün daha kalsın diye 5′inci gün sabahı birde baktım ki kuş ölmüş. Ne kadar ağladığımı hatırlamıyorum. Bir daha utancımdan ve vicdan azabından kuşçu amcanın yanına gidemedim.
Yıllar sonra babamın sarı, tepeli kanaryamız olan pıtırcığı eve getirene kadar kuşlara hep uzaktan baktım ve kafesteki kuşlara hep acıdım.
O gün bir kese kâğıdının içinde getirmişti. Pıtırcığı babam, Bir köşesine delik açılmış kese kağıdının deliğinden ürkek ürkek bakıyordu. Bir de bambudan elle yapılmış kafes. Büyük bir heyecanla kafesi hazırladık, pıtırcığı içine koyduk ve kafesi duvara da hazırladığımız çengele astık. Aradan birkaç ay geçmişti artık alışmıştık birbirimize. Pıtırcık istediği bir yiyecek olduğunda öter, artık biz ötüş şeklinden ne istediğini anlardık. Ama ben hep pıtırcığa acırdım.
Bir gün zavallı pıtırcık sıkılmıştır. Dolaşsın diye düşünüp evdeki tüm kapıları kapattım ve kafesin kapağını açtım. Pıtırcık dışarı çıkacak mutlu şekilde odada uçacak ve ben biraz gezdikten sonra yakalayıp kafesine geri koyacaktım.
Öyle olmadı.
Pıtıcık kafesinin kapısını açınca çok tedirgin oldu. En üst tüneğine çıkıp köşede büzüşüp bir tüylü top şekline geldi ve titremeye başladı. Çok şaşırmıştım. Niye böyle yaptığını anlamıyordum. Bir kuşu 5 gün hapsettim diye ölmüştü, bir diğerini özgür bırakıyorum ama çıkmayı bırak, kafesin kapısı açık diye korkuyordu. Zaman içerisinde yavaş yavaş kafesinin kapısına kadar geldi dışarıya baktı, sonra bir iki cesaret etti uçtu geri döndü, hemen kafesine girdi. En fazla kafesinin üstüne kondu bir süre ve kafesine girdi. O yaşımda anlamıyordum. Sadece şaşırıyordum. Pıtırcık 12 sene bizimle yaşadı hiç kafesinden uzaklaşmadı, . Yaşlandı ve bir gün kafesinde öldü. İşte o zaman çıkardık kafesinden ve götürüp bahçedeki çiçeklerin dibine gömdük.
Sonra, sonra biz büyüdük, özgürce kanat çırparken sorumluluklarımız arttı. Yavaş yavaş kafes tellerimiz oluşmaya başladı. İşimiz, evimiz, eşimiz, çocuğumuz, arabamız, arkadaşlarımız, paramız, borçlarımız, yaşam şeklimiz, vazgeçemeyeceğimiz. Vazgeçmek istemediğimiz bir sürü teller oluşmaya başladı. Bir yandan bu tellerin arasında dışarıya bakıp özenmeye, Bir yandan da elimizdekileri kaybetmekten korkar olduk. Bazen kapıyı açık görürsek tellerin arasından kafayı da uzatıyoruz. Belki bir uçup kafese geri dönüyoruz. Ama biz kaybetmekten korktukça teller kalınlaşıyor, kalınlaştıkça dışarıyı görmekte zorlanıyoruz. Ve kafes hapishane olmaya başlıyor.
Sonra, tellerden bir kopuyor. Önce çok korkuyoruz, üzülüyoruz. Ama oradan dışarıyı görmeye başlıyoruz bir yandan da çok hoşumuza gidiyor. Teller biraz inceliyor, dışarıyı daha net görüyoruz.
Ama biz tedirginiz, bir tel kaybettik ya, hemen o teli tekrar yerine koymak istiyoruz, koyduk mu rahatlıyoruz, koyamadık mı korkudan en üst tüneğe çıkıp hem etrafa bakınıyoruz, hem korkuyoruz. Ya özgürlüğümüz daha artarsa, ya kendi ellerimizle ördüğümüz kafesimizi kaybedersek diye, eksik telleri yerine koyunca deymeyin keyfimize. Artık kimse bizi rahatsız edemez.
Fakat anladım ki, bizi rahat hissettiren şey tellerin kendisi değil, telleri kaybetmeyi göze almakmış. Bir kere göze aldımı, . Kafesin telleri o kadar inceliyor, kafesin kapısı öyle bir açılıyor ki, her yeri çok net görüyorsun. Dışarda beğendiğin bir şey mi gördün, korkma, uç, git, bak, beğenirsen al getir, kafesine koy, ama sakın o tele anlam yükleme, olmazsa olmaz deme . Hiç kimsenin kafesinin telleri tam değil. ki.
Kaybetmeyi göze aldığında, o kafes senin yuvan, senin için keyif aldığın bir yer haline gelir. Ama unutma sen korktukça kaybetmekten, kafesin gittikçe hapishanen olur,
En üst tünekten keyifli seyirler…
güzel bir yazı değişik bir bakış açısı,ama panço bilse alınır,birazda ondan bahset,o ne yapsın,kapı açık,hemcinsleri dışarıda görüyor ama çıkmıyor,a-sosyal bir hayat gibi görünsede sizleri hemcinsi gibi görüyor,dışarıdan vazgeçmiş,”evim”var diyor belki de…