Yıllar önce evlendim ve kendi evime çıktım. Hep hedeflerimiz vardı. Yeni bir araba, full otomatik bir çamaşır makinası, Yeni bir televizyon, koltuk takımı, sırası ile alıyor, biri bitince diğerine başlıyorduk, Yıllar geçti halen evim için, karım için, kızım için, kendim için alıyorum, alıyorum.
Artık mevcut olandan daha iyisi çıktı diye, demode oldu diye alıyorum. Hatta eskisini acaba internetten satabilir miyim, kime veririm diye düşünüp , bulunca almaya karar veriyorum.
Her seferinde kendi kendime soruyorum “ihtiyacım var mı?”, cevap “hayır”
Peki, madem ihtiyacım yok, niye almak için bu kadar istek duyuyorum.
Çünkü egom onun üzerinde egemenlik kurmak istiyor. Benim olmalı, en yenisi bende olmalı, en güzeli bende olmalı. Diyor.
Gidiyorum alıyorum. Hatta bir yıllık takside girerek alıyorum. Süper, artık en yenisinden, en güzelinden bende de var. Hoş geldin en güzeli, en yeniyi kullananlar kulübüne. Mutlu muyum? Eh, en azından artık o üründe alma isteği yok, hem zaten artık herkeste de aynısından var.
Hemen ilgi alanıma başka bir nesne takılıyor. Bende olmayan ya da bende olanın daha yenisi, artık yeni hedefim o.
Alıncaya kadar rahat yok, peki daha önce aldığım.
Ha, o mu? Duruyor evde, ara sıra kurcalıyorum. Kredi kartı ekstrem geldiğinde hatırlıyorum, nereye koymuştum diye bir düşünüyorum ve üff hala bitmedi mi bunların taksiti diye bakıyorum.
Ama , sonunda keşfettim asıl zevk aldığımın ne olduğunu. Zevk aldığım, haz duyduğum şey, “benim olmasını istemekmiş” . Benim olunca değeri, büyüsü kayboluyormuş.
Şimdi bir nesneyi çok istediğimde dürüstçe soruyorum ilk soruyu kendime “ihtiyacım var mı?”,
Cevap “Hayır” ise, Bekle diyorum kendi kendime. Bekle, daha yenisi çıkacak onu alırsın. Hatta mağazaya gidiyorum. Kurcalıyorum. Dokunuyorum.
Ama almıyorum. Çünkü yenisi çıkacak…